28 Eylül 2009 Pazartesi

İSTANBUL KEMENÇESİ

İstanbul Kemençesi, müziğimizin en önemli sazlarından...
İstanbul müziğine çok sonraları katılmış...
Ama sanki "kırk yıldır bu takımda oynuyor" gibi... :)
Kendine özgü ve asla görünüşünden beklenmeyen 
ta derinlerden gelen oldukça etkileyici bir sesi var... 
Bir yerlerden haber verir gibi...
Ve de hüzün dolu...

İstanbul Kemençesi, şeklinden ötürü "Armudi Kemençe" olarak da anılır. Bazı metinlerde “damla” dendiğini  de okudum. Bu ismin kemençeye daha çok yakıştığını düşünüyorum… Üstadlarca bir sakıncası yoksa bundan böyle  blogumda bu ismi kullanmak istiyorum…:)   Boyu 50 cm civarındadır. Çoğunlukla üç tellidir. En kalın sesi vereni (Batı müziğine göre kalın la; Türk müziğine göre kalın re -yegah-) metaldendir. Diğer iki teli bağırsak zarından olup Batı müziğine göre re ve ince la, Türk müziğine göre sol ve ince re -rast ve neva- seslerini verir. Ses kapasitesi üç oktav kadardır. Damla kemençenin en ilgi çekici ve az bilinen özelliği parmakları tele basarak değil, tırnakları telin yanından dokundurarak çalınmasıdır. Tek dizin üzerine ya da iki dizin arasına yerleştirilip üst ucu göğüse yaslandırılarak çalınır. Yayı, batı müziği yaylılarından farklı olarak parmaklarla gerilip, yere paralel bir şekilde çekilir. Hüzünlü, mat derinlerden gelen etkileyici bir sesi vardır. Son zamanlarda popüler şarkılarda daha çok rastlamaya başlasak da tanınmışlık açısından talihsizdir. En bilinen kemençeviler arasında Tanburî Cemil Bey, Vasilaki, Rûşen Ferid Kam, Cüneyd Orhon, İhsan Özgen
yer alır. Selim Güler, Hasan Esen, Derya Türkan, Mahinur Özüstün, Nevâ Özgen ve Aslıhan Özel de en tanınmış yaşayan genç kemençeviler arasındadır.

Damla kemençeyle tanışmam, TRT İstanbul Radyosu sanatçılarından merhum Ekrem Erdoğru’dan, o devirlerde tek kanaldan yayın yapan TRT televizyonunun siyah beyaz yayınlarında dinlemem ve görmemle olmuştur… 1970’li yılların ortalarıydı yanlış hatırlamıyorsam… Ekrem bey sevgili pederim Metin Özüstün ile rahmetli amcam Yavuz Özüstün’ün yakın dostuydu… Ekrem beyin sessiz, garib, hüzünlü, dertli hali adeta enstrümanıyla bütünleştirmişti onu… Kemençeyle karşılıklı bir etkileşim içindeydiler sanki… Sazıyla hüzünlerini paylaşır gibiydiler… Bu hal beni çok etkilemiş, damla kemençeye özel bir sevgi duymama neden olmuştur.

Birkaç yıl sonra sevgili kardeşim Mahinur Özüstün, Türk Musikîsi Devlet Konservatuarı’nda ana saz olarak kemençeyi seçince, bu eşsiz saz ailemizin bir ferdi oldu adeta… 


3 yorum:

  1. Kemençe'ye bakış açınızı çok sevdim. Elinize sağlık.

    Blog dünyasına hoş geldiniz.

    YanıtlaSil
  2. teşekkür ederim sibel hanım...
    hoşbulduk... :)

    YanıtlaSil
  3. Kemençeye ilgi duyduğunuz fikrine kapıldım yorumunuzdan...
    Yanılıyor muyum?... Yanılmıyorsam ilginizin boyutu, kaynağı nedir
    diye sorsam?.. Teşekkür ederim... Selamlar... :)

    YanıtlaSil

MERHABA


Bu blog'u oluşturmaktaki amacım, Doğu Roma'nın, Bizans'ın ve Osmanlı'nın başkenti, yeni arkeolojik bulgulara göre yaklaşık sekizbin yıllık tarihi olduğu ortaya çıkan rüya şehir İstanbul'la ilgili kişisel düşüncelerimi, duygularımı, notlarımı, fotoğraflarımı, alıntılarımı, bu medeniyete ait gördüğüm, okuduğum, dinlediğim herşeyi sizlerle paylaşmak... Elimden geldiğince nasıl muhteşem bir şehirde yaşadığımızın daha çok insan tarafından farkedilmesini sağlamaya çalışmak...