hiç bu kadar mavi değildi istanbul...altı sene önce tahtakaleden aldığı vebüyük bir ihtimalle çalıntı olan cep telefonunun alarmıikinci kez çaldığında, gece yarısından beri yağan yağmurhâlâ devam ediyordu...
gökyüzü ters dönmüş gri-siyah bir çanakmisali boca etmişti içindeki bütün "rahmeti" istanbul'un üstüne...son zamanlarda çok sık yaşandığı gibi...gökgürültüsü, şimşek çatırtıları da cabası...çocuklar bitişik odada uyuyorlardı...dört kızı vardı... birbirinden güzel ve akıllı...babalarını çok seviyorlardı... bir dediğini iki etmezlerdi...karısı kalkmış çayını demlemiş,oldukça mütevazı sayılabilecek bir kahvaltı sofrası dahahazırlamıştı onun için tıpkı önceki sabahlarda olduğu gibi...geç kalmak üzere olduğunu farkederek fırladı yatağından...traşını oldu, eşofmanlarını giydi,iki gün önce mahalle pazarından sabahki koşu için on liraya aldığı..."fazla bir şey yemeyeceğim, dokunur sonra...o kadar mesafe tok karnına yürünmez...dün öyle dedi arkadaşlar fabrikadaki...bir bardak çay içer, biri iki lokma atıştırır giderim"...hafifçe başını sallayarak "peki" dedi karısı... hayatı boyunca yaptığı gibi...kızların odasına bir göz attı usulca, uyuyorlardı mışıl mışıl...sonra çalıştığı şirketin koşu için hazırlattığımavi t-shirtü giydi aceleyle eşofmanının üstüne...biraz dar geldi üst üste giyince, ama olsundu idare ederdi birkaç saatliğine...aynı renk şapkasını da taktı kafasına, siyah şemsiyesini de aldı...dış kapıya yöneldi...tam o sırada bir ayağı kırık olduğundan dengesi bozuk portmantonun üstündeboş bir kağıt parçası gördü...bir bloknottan koparılmış oracığa bırakılmıştı. "keşke biri gelse de şu kalemle üstüme birşeyler yazsa" der gibi serilmişti portmantonun üstü çizik dolu yüzeyinin üstüne...yanında da bir tükenmez kalem duruyordu...en ucuzundan... ve de mavi...sanki özellikle bırakılmıştı oracığa...çok eğreti duruyordu ikisi de, bir bacağı kırık ayakta zor duran
kahverengi eski portmantonun üstünde...
doğal bir durum gibi gelmedi, tuhafsadı bir an için...kalemi aldı, alelacele bir şeyler karaladı kağıdın üstüne ve cebine atıverdi,karısıyla vedalaştı... soğuk, yabancı bir veda öpücüğü süsledi bu ânı yanaklarına kondurduğu...koşar adım uzaklaştı evden...aslında arkasına bakmaya niyeti yoktu...ama gözden kaybolmadan bir an önce yine de bakmak istedi karısına,durdu başını arkaya çevirdi...ama göremedi çünkü çoktan kapıyı kapatmış girmişti içeri...son gördüğü eviyle ilgili aklında kalan, mavi boyalı kapılarıydı...yeni boyatmıştı... parıl parıldı... son zamanlarda hayatındaki tek parıldayan şey oydu...mahzun evinin yeni boyanmış mavi kapısı...yağmur damlalarının arasında,heyecanlıydı, endişeliydi, sıkkındı...koşa koşa indi yokuşu...yokuşun bitiminde onları köprü girişine,koşunun başlayacağı noktaya götürecek servis minibüsü bekliyordu...maviydi minibüs...içinde de mavi tişörtlerini giymiş vardiya arkadaşları...beklemekten sıkılmış minibüs ahalisinin homurtularının etkisiyle olması gerekenden çok daha fazla birrutubet buğulamıştı minibüsün camlarını...zor görünüyordu içersi...çok sevdiği tutkuyla bağlı olduğu ve yıllar önce kaybettiği, ölümünün üzerinden buncazaman geçmesine rağmen hiç unutamadığı sevgilibabasından kalan tek hatıra olan siyah, bir teli kırık şemsiyesini kapattı ve aceleyle bindi minibüse...geç kalmayı hiç ama hiç sevmezdi... geç kalanları da...gecikmiş olmasının verdiği mahcubiyetle, kimsenin yüzüne bakmadanoturdu bulduğu ilk boş koltuğa... çok ama çok sıkıntılıydı...belli etmemek için verdiği mücadele sıkıntısını, ayrı bir ıstırap kaynağıydı onun için...birinci bölümün sonu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder